6 Nisan 2014 Pazar

Hatay & İskenderun

Hafta sonu turlarının başından beri hep Hatay'a gidelim diyorduk, ancak bir türlü kısmet olmamıştı. Bu sefer kendimizi garantiye alıp, aylar öncesinden plan yaptık, tabi bu kadar önceden yapınca planlamaya uymak da pek kolay olmadı :( Sekiz kişilik ayarladığımız tura sadece dört kişi olarak çıkabildik. 
 
Bu haftasonunda bize Meriç ve Mustafa eşlik etti, ilk defa onlarla da bir tur ayarlayabilmiş olduk. Uçağımız 5.35 de olunca erken kalkmak bizi zorladı, ama uçağa sorunsuz yetiştik. Turun ilk sürprizini uçakta yaşadık, penceresi olmayan pencere kenarına denk geldik :) Aman dikkat! Modelini bilmiyorum ama Pegasus'da 11A yı almak riskli olabilir.

Havaalanına vardıktan sonra ilk işimiz daha önce rezervasyon yaptırdığımız aracımız kiralamak oldu, bilinen markalardan sadece National var, ama genelde Selim Gül Turizm'e ait araçlar kullanılıyor, oradan da gönül rahatlığı ile alınabilir.

Şehir merkezine ulaşır ulaşmaz sizi Asi Nehri karşılıyor, tek kelimeyle harika! Açıkçası gitmeden önce Hatay nasıl bir yer diye hiç düşünmemişim. Çok yeşil, çok güzel, mis gibi portakal çiçeği kokan bir yer burası. Hoşgörü şehri olduğunu tahmin ediyordum ama bu kadar güzel geleceğini hiç tahmin etmemiştim.

 
Sabah çok erken kalkınca hepimiz çok acıkmıştık. Bir an önce kahvaltı yapabilmek için kendimizi Uzun Çarşı'ya attık. Planımıza göre önce alışveriş yapıp, sonra da bir çay bahçesinde oturarak kahvaltı yapacaktık. Tabi saat çok erken olunca dükkanlar henüz yeni açılıyordu. Biraz gezindik, beğendiğimiz yerlerden bir kaç çeşit peynir ve katık aldık. Sonra bulduğumuz fırınlardan birine gittik ve katıklı ekmek yaptırdık. Aç olunca gözümüz doymadı, beyaz simit ve külçe de aldık. Bir tane çay bahçesine oturup, çaylarımızı sipariş ettik ve afiyetle yedik. 

 
Tabi siz de böyle yapın hemen diyemiyorum, çünkü biz erken davranmışız. Bir kere çarşı çok büyük, çok fazla alternatif var, gezip görmek lazım. Çay bahçesi olarak biraz daha güzel yerler bulunabilir. Ama onun dışında katıklı ekmeğin ekürisi tuzlu yoğurtmuş, biz bunu ertesi gün keşfettik :) O yüzden sabah alışverişini eksik yapmayın, yoğurdunuzu mutlaka alın!
 
 
Çarşı çok büyük ve gezmesi çok zevkli. Her yer fırın, her yer kasap, her yer kadayıfçı! Alışveriş yapacak da çok yer var. Baharat, salça, peynir, zeytin, zahter satılan yerlerin yanında sabun, kabak lifi ve bakır satan dükkanlar da mevcut. Durum böyle olunca alışveriş yapmak için de zaman ayırmak şart. Plan yaparken aman dikkat, pazar günü çarşı kapalı.

 
Alışverişten yorulunca kahve molası için Tarihi Affan Kahvesi'ne (İnci Kıraathanesi) doğru yola çıktık. Buradan öğreneceğiniz iki şey var :) "Haytalı asla Bici Bici değildir" ve kahve dediğinde çay bardağında gelmesine şaşırmayacaksın, burada süvari içilir. Gül suyu sevmediğiniz bir şeyse Haytalı'dan uzak durun, onun dışında değişik hafif bir tatlı diyebiliriz. Kahvenin lezzeti çok iyiydi ama tipini görünce insan içmeden önce bir kez daha düşünüyor.

 
Kahve molamızı tamamlayıp, Meriç'i daha da çok mutlu edebilmek adına Mozaik Müzesi'ne doğru yola çıktık. Müze yeni yerine taşınacağı için bir çok eser taşınmış, bazı bölümleri de kapatılmış. Haliyle pek aradığımızı bulamadık, ama gidip görmek gerekli, ben es geçmeyin derim.

 
Müze sonrası Uzun Çarşı'ya doğru yürürken Leban'ı gördük. Planımıza göre buraya pazar günü gidecektik, önceden tek açık olup/olmadığını sormadığımız yer burası olunca bir uğrayalım dedik. Pek de iyi yapmışız, pazar kapalıymış. Buranın humus ve bakla ezmesi için Vedat Milor'un yorumlarını bildiğimizden atlamak istemedik, öğle yemeğinin başlangıcını burada yapmaya karar verdik.

 
Terasa çıkınca kendinizi Ortodoks Kilisesi'nin karşısında buluyorsunuz. Manzara cidden çok güzel. Garsona durumumuzu anlattık ve en acilinden humus ve bakla ezmesini sipariş ettik. Eğer Hatay'daki humus ise diğer şehirlerde yapılanlar ne cidden bilemiyorum. Tereyağlı humus inanılmaz lezzetli, hem görüntüsü hem kendisi çok iştah açıcı. Bakla ezmesinin görüntüsü pek sempatik olmasa da onun tadı da bir harika. Bol limonlu bu mezeye ben bayıldım, denemeden Hatay'dan ayrılmamak lazım.

 
Mezeleri hızlıca bitirdikten sonra çarşıya doğru yol aldık, kebaplar için adresimiz Pöç Kasabı oldu. Hem tepsi hem de kağıt kebabı sipariş edip beklemeye başladık. Her ikisi de tek kelimeyle mükemmeldi ama hangisini seçersin deseler tercihimi tepsi kebabından yana kullanırım sanırım. Ayrıca bu fiyata böyle bir ziyafet çekebilmek tek kelime ile harika. Kesinlikle Hatay gezisinin unutulmazlarından biri burası... Off olsa da yesek :)
 
 
Tıka basa doyduktan sonra sıra tatlıya geldi, Hatay'a gelip de künefe yemeden tabiki olmazdı. İlk adresimiz Çınaraltı Yusuf Usta'nın Yeri oldu. Közde pişirilmiş bir künefe kesinlikle farklı diyebilirim. Peynir oranı zaten İstanbul'da yediklerimizden ayırıyor, bir de büyük bir tepside közde pişince benzerlik bile kalmıyor. Yalnız belki de kalabalıktan künefe bize az pişmiş gibi geldi. Bu haline rağmen güzeldi ama biraz daha kızarmayı hak ediyor :)
 
 
Bu kadar şeyi midemize indirdikten sonra hem biraz ara verelim, hem de otelimize yerleşelim istedik. Daha önceden rezervasyonumuzu yaptırdığımız Savon Hotel'e doğru yola çıktık. Eski bir sabun fabrikasından restore edilmiş olan bu yeri çok beğendik. Hem dinlenmek hem de keyifli vakit geçirebilmek için çok güzel bir otel.

 
Odalarımıza yerleştik, bu sayede ufak bir mola da vermiş olduk. Sonra çok zaman kaybetmeden Harbiye Şelaleleri'ne doğru yola koyulduk. Şehirden yaklaşık 10 km uzaklıkta yemyeşil bir yer burası. Herkes burayı çok övmüştü ama biz de çok büyük bir hayranlık bırakmadı.

 
Bolca restoran ve kafelerin bulunduğu bir yer, her yer plastik masa, pek güzel gözüktüğünü söyleyemeyeceğim :) Biz de içlerinden en çapulcu gelen mekana Mozaik Cafe'ye oturup, soluklandık. Buralarda hediyelik eşya alabileceğiniz yerler de mevcut. Özellikle ipekleriyle ünlü Harbiye'den bizde hatıra olarak eşarp almayı ihmal etmedik. Bu tip yerler en çok anneme yarıyor diyebilirim :P

  

Alışverişimizi tamamladıktan sonra tekrar otelimize doğru yola çıktık. Amacımız bir an önce otele varıp, biraz dinlenip, akşam yemeği için rezervasyon yaptırdığımız Sveyka Restaurant'a gidebilmek idi. Tabi tahmin edebileceğiniz üzere hiç aç değiliz, zaten bu turların en büyük sorunu da bu. Her şeyi yiyebilecek yeterli zaman yok :)
 
 
Böyle dediğimiz için gidince az sipariş verdiğimizi sanmayın. Menüyü gördükçe gözümüz döndü, neyi merak ettiysek sipariş ettik. İyi ki de etmişiz, harika şeyler tattık! Menümüz tereyağlı humus, zeytin ve kekik salatası, cevizli biber, sucuklu roll, fettuş salatası, maklube, oruk, çiğ köfte, vişne kebabı ve kazbaşı kebabından oluşuyordu. Fark ettiğiniz üzere oldukça zengin bir menü :P Buranın humusu da gayet lezzetli idi, cevizli biber ve zeytin salatası rakıyla epey iyi gidiyor. İsmine takılıp sucuklu roll de nedir, Hatay'a gidip onu mu söylediniz diyenleriniz kesin vardır. Garson önerdiğinde biz de aynı şeyi düşünmüştük ama tadınca iyi ki söylemişiz dedik :) Denememezlik yapmayın! Fettuş salatası deseniz ayrı bir güzel, yani tek tek hepsine diyecek bir lafım var. Menüde tek beğenmediğim daha doğrusu bana hitap etmeyen şey çiğ köfte oldu, pişmiş kıyma ile birlikte gelen garip bir lezzet, almasak da olurmuş :P
 

Kebaplara gelince vişne kebabı mutlaka denenmeli, çok ayrı bir tat, kazbaşının çok bir numarası yok ama :) Bu kadar yemekleri yazdıktan sonra mekandan da biraz bahsetmek istiyorum. Gitarıyla canlı müzik yapan süper sesi olan bir kişi bütün akşam bize eşlik etti, bu sayede hem midemiz hem de ruhumuz doydu :) Garsonlar deseniz on numaraydı, uzun süredir bu kadar iyi bir hizmet aldığımı hatırlamıyorum. Kolayı kutuda içmek istediğimi söylediğimde peçeteyle kutuyu silmesi benim için son nokta oldu, bu anlamda Sveyka'yı tek geçiyorum!
 
 
Bu kadar yeme içme gezme sonrası otele gidip uyuduğumuzu sanıyorsanız yanılıyorsunuz :) Evet otele gittik, ama Mustafa'nın birer bira mı içsek önerisine dayanamayıp, kendimizi bahçede bulduk. Bu kadar muhabbeti güzel bir aileyle tatil planlayınca doğal olarak gün kolay kolay bitmiyor :)
 
İkinci günkü planımız biraz daha gezmek üzerine idi. Sabah yine erkenden kalkıp otelde kahvaltımızı yaptık. Yine Hatay'a özgü ürünler vardı, katıklı ekmek-tuzlu yoğurt ikilisi olsun, sürk peyniri ile yapılmış salata olsun, kırma zeytin olsun her şey gayet başarılıydı, kendimizi tutamadığımızdan yine tıka basa doyarak otelden ayrıldık. İstikametimiz Vakıflı Köyü! 
 
 
Burası Samandağ'a yakın bir köy. Hatay'dan yaklaşık 1 saatlik bir yolculuktan sonra Vakıflı'ya ulaştık. Türkiye'nin tek Ermeni köyü olarak geçiyor. Tabi köy dediğimize bakmayın, burası bizim bildiğimiz köylerden farklı. Evler, bahçeler çok güzel, insanlar çok eğitimli, her yer ağaç ve çiçek. Portakal çiçeği kokusuyla buraları gezmek inanılmaz dinlendirici.
 
 
Tok olduğumuzu söylemiştik di mi? :) Tandırda pişirilmiş gözleme olduğunu duyunca tabi hemen gözümüz döndü ve sipariş verdik. Yine bu sayede süper bir lezzeti kaçırmamış olduk! Buraya kahvaltı yapmadan da gelinebilirmiş, yine bu köyde yetiştirilmiş ürünlerden kahvaltı hazırlıyorlar, aklımız kalmadı desek yalan olur...
 
 
Köyde ziyaret edilebilecek yerler arasında Aziz Meryem Ana Kilisesi bulunuyor. Sıradan bir yer diyebilirim, ama kilisenin yanında köydeki kadınların ürettiği ürünler satılıyor. Reçel, nar ekşisi, likör bulmak mümkün. Ayrıca el işleri de var, yani burada da bol bol alışveriş yapabiliyorsunuz :) Yine gözleme yediğimiz yerde de ürünler satılıyor. Gezinin sonunda ben nar ekşisi ve sürk peyniri almıştım, ikisinden de çok memnun kaldım. Yalnız sürk peyniri tek başına ağır oluyor, domates-biber ile karıştırıp servis yapmak en iyisi. Meriç de tuzlu süzme yoğurt ve tepsi örtüsü aldı, belki bozulur deyip yoğurdu fazla almaya cesaret edemedik ama dönünce buna pişman olduk. Meriç'in anlattığına göre yoğurt tek kelimeyle harika, kavanozu açar açmaz bitmiş! Sipariş vermek isteyenler için kargoya veriyorlar, ayrıca İstanbul'da Feshane'de düzenlenen Hatay Günleri'ne de geliyorlarmış, yine oraya gidip almanız mümkün :)
 
Vakıflı Köyü'nden ayrıldıktan sonra Hıdırbey'e doğru yol aldık. Yakın yerler, burası da Musa Ağacı ile ünlü. Efsaneye göre Hz. Musa burada su içmek için bastonunu bırakır ve sonra unutur. Almak için döndüğünde bakar ki asası yeşermiş, fidan olmuş. İşte bahsedilen fidan da aşağıda gördüğünüz Musa Ağacı oluyor.
 
 
Burayı da kalkındırmak adına çevre düzenlemesi yapmışlar, yine çay molası verebileceğiniz, alışveriş yapabileceğiniz ufak dükkanlar mevcut. Sessiz sakin huzur dolu bir yer olmuş, yolculuk arası vermek ve birer çay içmek için ideal bir yer.
 
 
Buradan da ayrılıp, esas hedefimiz olan Titus Tüneli ve Kaya Mezarları'na doğru yol almaya başladık. Yollar ne kadar dar ve virajlı olsa da manzarasıyla kendini affettirmeyi bildi. Tepelerden inip, denize ulaştıktan sonra Seleukeia Pieria Kenti'ne de ulaşmış oluyorsunuz. Gelirken müze kartınız varsa yanınıza almayı unutmayın, girişte lazım olacak.
 
 
Fotoğrafta da gördüğünüz gibi hem karanlık hem dar bir yer. Klostrofobik biriyseniz sonuna kadar gitmenizi pek tavsiye etmem. En sonunda da görülecek çok bir şey yok aslında ama ilginç bir oluşum diyebilirim.
 
  
Yeşil ve su varsa, bir de mevsim baharsa görüntüler zaten inanılmaz oluyor. Buraya kadar gelmişken buralara da gidip, gördüğümüz çok iyi oldu, başka türlü buna özel gitme ihtimalimiz olduğunu sanmıyorum :) Tünelden sonra kaya mezarlarına doğru yol aldık, burası da biraz düşündüğümden farklı idi, iç kısımları görebileceğimiz sanmıyordum. Dağın tepesinde olur diye hayal etmiştim :P
 
 
Gezimizin kültürel tarafını da besledikten sonra yine sıra midemize geldi :) Midemiz ne kadar kebap diye ağlasa da, ününü çok duyduğumuz İskenderun'daki Şirinyer Lokantası'na gitmeyi planlamıştık. Tabi tamamen ters istikamette bir yer. Yolumuz uzun deyip, öncelikle Hatay'a doğru yola çıktık. Yol boyunca henüz sadece bir yerde künefe yediğimizi konuşup, gitmeden bir kaç yerde daha deneme yapmaya karar verdik. İlk önce Kral Künefe'ye, sonra da Hatay Sofrası'na uğradık. İki künefe de birbirine çok benziyor, bana göre Kral Künefe biraz daha iyiydi sanırım. Ama net olan bir şey var, bunlar şu ana kadar yediklerimizden çok farklı. Belki alışmadığımızdan çok hayran kaldım diyemiyorum, daha iyi kızarmış olsaydı bir gün önce yediğimiz Çınaraltı'nın künefesi bunlara on basardı :)
 
 
Künefelerimizi yedikten sonra İskenderun'a doğru yola çıktık. Hatay'dan sonra 1 saat daha gideriz demiştik ama mesafe kısa olsa da yol gidilebilecek gibi değil, mekanı bulmayı da katarsak 2 saatlik bir yolculuk sonrası Şirinyer Lokantası'na ancak ulaşabildik. Daha önceden duyumlarını aldığımız ahtapot salatası, karides ızgara ve kalamar tavayı şipariş ettik. Balık olarak da tercihimizi akdeniz diliyle Grida, diğerlerinin bileceği şekilde Lagostan yana kullandık.
 
 


Yolculuk mu bizi yordu yoksa yan masadaki türk sanat müziği korusunun sürekli şarkı söylemesi mi bilemedim ama biz burayı pek sevemedik. Yediğimiz her şey burada da lezzetliydi ama uçağa yetişebilmek için hızlı hızlı yiyip kalkma telaşı da eklenince bizim için doğru tercih olmadı. Keşke yolculuk yerine Hatay'da kalıp, St. Pierre Kilisesi'ni gezseymişiz. Gitmeden bir kere daha da tepsi kebabı yer, öyle yola çıkardık.
 
İşte, her şeyi bir hafta sonuna sıkıştırmaya çalışınca her zaman doğru kararlar veremiyorsunuz :) Eğer siz de Hatay'a gitmeye karar verirseniz bizim gibi yapmayın, İskenderun kısmını ayrı bir geziye bırakın derim! Onun dışında tek kelime ile mükemmel bir şehir, mutlaka yeniden gitmek lazım...
 
Pöç Kasabı: 0 326 2139503
Yusuf Usta Çınaraltı Künefe: 0 326 2126888
Leban: 0 326 2134255
Sveyka Restaurant: 0 326 2133947
Kral Künefe: 0 326 2147517
 
Şirinyer Lokantası: 0 326 6413050